İnsan doğası gereği kimi zaman sevinir kimi zaman üzülür kimi zaman kırılır kimi zaman ayakları yerden kesilir, bu ve bunun gibi duyguları yalnız ya da yakınları-tanıdıkları ile yaşayabilir. Mutluluğunu ve yahut da hüznünü samimi gördüğü kimseler ile paylaşması bittabi normaldir. Bunlara arkadaşlığın ritüelleri olarak bakılabilir ama çoğumuz zaafı olduğu bir hususa dikkat çekmek istiyorum.
Kederli ve içimizde kelebeklerin uçtuğu anlardaki ölçüye dikkat etmeliyiz. Özelimizi paylaşırken kendimizi karşıdakine bağlamak pek de doğru değildir. Zira bütün yaşantımızı anlattığımız insanlar bir süre sonra sizin hayatınızı tahmin eder ve sizi illaki bana gelir diye çözerse işte o zaman sıkıntı büyüktür. Çözerse diyorum çünkü her insanın hayata karşı oynayacağı hamleler ona özgüdür o yüzden kara kutumuzu kimsenin eline geçirmesine izin vermemeliyiz.
Karşındaki insana çok güvenip ona karşı kalbinde olan duyguların tamamını bildirirsen ipleri kendi elinle karşındakine teslim etmişsin demektir. Artık hayatın onun yönlendirmeleri ile şekillenmeye başlar. Şunu da söylemek istiyorum herhangi birisinin sizin hakkınızda “Ben ne dersem yapar” düşüncesi oluşması sizin içinde bulunduğunuz çaresizliği gösterir ki hiç kimsenin buna hakkı yoktur.
Hiçbir koşulda kendimizi birisine şartlamamamız gerekir. Çünkü her insanın ortak düşüncesi “ÖNCE KENDİ HAYATIM” ’dır. Yani muhatap kim olursa olsun, her zaman ikinci planda düşüneceğisinizdir. Hal böyleyken kişi tüm olayı önce kendince yaşayıp düşünmeli, elbette tüm insanların hayat şartları eşit değil ama adaletli olan ise her insanın düşüne bilme yetisidir. Bu özellik ortaktır o yüzden evvela elde olanı değerlendirmeli….