Celal Sahir Erozan Hayatı ve Sanatkârlığı
“Celal Sahir’in ölümü üzerine Abdülhak Hamit Tarhan’ın 2. Teşrin 1935 sayılı Son Posta gazetesinde kaleme aldığı yazısıdır.“
Celal Sahir de yaşayan ölüler arasına katıldı. O, çoktan beri yaşayan bir ölü idi fakat nefes almadan konuşmadan aramızda yaşıyordu. Yağı kalmayan kandil, şimdi büsbütün söndü ve gölge toprak oldu.
Celal Sahir, bütün Türk edebiyat tarihinde tek sayılacak bir hususiyet taşıyan şairimizdi, şiir istidadını anasından tevarüs etmişti. Fuzuli’nin oğlu için de şair derler. Namık Kemal’in dedeleri ve amcaları arasında birçok şair var. Yahya Kemal, Leskofçalı Galib’in uzaktan kanını taşıyor. Fakat Mihri’nin, Zeynep’in, Fıtnat’ın şair oğulları var mıdır bilmiyorum. Nigarın çok iyi yetiştirdiği oğullarının da şiir ile uğraştıklarını görmedim.
Celal Sahir, işte bu bakımdan bir istisna teşkil ediyordu. Heyecanı yüksek, bedii duyguları ince ve bütün hayatı bir şiir olan Fehime Nüshet’in oğlu idi. Ondan emdiği sütle şair olmuştu. Onun ninnileriyle şairlik kabiliyetini yükseltmişti ve ilk edebiyat dersini de anasının şiirlerinden almıştı.
Demek ki anadan doğma bir şairdi. Onun için de kuvvetli bir sanatkâr olmuştu. Daha on beş yaşında iken ona “şair” dediler. O vakit Numune i Terakki mektebinde okuyordu. İsmail Safa’nın şakirdi olan Celal, yine onun kılavuzluğuyla Servet i Fünun’a girdi. Vefa idadisinden henüz çıkmadan Fikretlerin, Cenapların kurdukları şöhret ehramı yanında heyecandan bir sütun gibi yükselmeye başladı. Onun ilham kaynağı yalnız kadın ve kadın adını taşıyan bin bir güneşli bin bir baharlı ve bin bir fırtınalı alemdeki sonsuz güzelliklerdi. Ne bir şafak tasvir ederdi ne bir grup. Ne bir zelzele terennüm ederdi ne bir yangın. Fakat kadından aldığı ilham ile yazdığı şiirlerde şafak vardı ; gurup da ; zelzele de …
Onun kadın tertil eden bir ruh olup edebiyat sahasında o haysiyetle yer almasından dolayı kendisini Alfred de Mousse’ye benzetenler oldu. Fakat Celal Sahir, Jorj Sand’ın hasta aşığı gibi kadını küçültmüyordu. Kadını kirletmiyordu. Belki hayatın şiirini, hayatın tadını ve hayatın sırrını kadında buluyordu. O, marazi bir hassasiyet taşıyordu. Çabuk ve çabuk teessür duyardı. Sonra günlerce hasta ve dermansız yaşardı. Bundan ötürü birçok yazıları feryattır, şikayettir, yalvarıştır.
Gülen şiiri pek azdır. Bu kendisinin üslubuna da sık sık perişanlık getirirdi. Sanatkârın ruhunu tanımayanlar, yazılarındaki dağınıklığı ihmal severliğine atfederlerdi. Halbuki şair, fazla hassasiyetten kelimeleri gelişigüzel kullanıp geçerdi. Gülleri ufalayıp dağıtan sinirli çocuklar gibi !
Celal Sahir, Serveti Fünun’da çalıştı. O devrin üstadlarıyla bir arada bulundu. Lakin Serveti Fünuncu olmadı. İlham kaynakları öbürlerinden çok ayrı idi. Felsefeyi sevmezdi. Tefelsüfü ise hiç sevmezdi. Nitekim meşrutiyet ilan olunur olunmaz kendi sanatkâr ruhuna daha uygun düşecek edebi bir çığır aradı. Fecr-i Ati mahfelini kurdu ve o mahfelin başına geçti.
O devirde şiirlerini kitap haline de koyuyordu. İlkin “Beyaz Gölgeleri” , sonra “Siyah’ı” daha sonra “Buhran‘ı” bastırdı. Bir ara “Demet” adında haftalık bir şiir mecmuası da çıkardı. Beyaz gölgelerde , Siyahta, Buhranda, aynı mevzu, kadın güzelliğine bağlılığı, hayraniyeti terennüm eden şiirlerle doludur. Yalnız üslupta gittikçe sadeliğe doğan bir güzellik sezilir.
Celal Sahir, candan Türkçüdür. Türk dilinin pürüzsüzlüğünü görmek isteyenlerdendir.
Celal Sahir’den örnekler seçmek kadın güzelliğinden bir parça ayırmaya benzer. O güzellik neyse onun şiirleri de öyledir hep güzeldir. Fakat kendinin çok sevdiği bir şiiri alıyorum, ince ruhlu sanatkârı rahmetle anarak okuyucularıma sunuyorum :
Bir yığın toz olmuş ruhumun kederi
Dünyanın buruşuk yüzüne yağıyor
Yok hayır bahtımın görünmez elleri
Göklerin göğsünden geceler sağıyor
Bu akşam göklerin kandilsiz Allahım
Nasıl bulsun seni karanlikta Ahım
Kasım 1935 sayılı Son Posta Gazetesinden alıntılanmıştır.